İnan Özdemir
İmza Kağıdı
Sultanahmet’te patlayan bombadan birkaç saat sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın gündeminde akademisyenler vardı. Erdoğan, saldırıya ayırdığı birkaç dakikadan sonra sözü 11 Ocak Pazartesi günü “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bir bildiri yayımlayan akademisyenlere getirdi. Bu yüzden, gazetelerde de benzer bir manzaranın olmasına şaşmamalı. Yeni Şafak’tan Star’a kadar birçok gazete, birkaç gündür köşelerini ‘karanlık akademisyenler’e ayırdı.O yazarlar arasında Cem Küçük ve Kemal Öztürk de vardı. Küçük, bildiriyi “dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde göremeyeceğimiz bir manzara olarak” tanımlıyor, bu akademisyenler konusunda hemen yetkili mercilerin harekete geçmesi gerektiğini vurguluyordu. Yeni Şafak’ta köşesini büyük bir öfkeyle yazdığını söyleyen Öztürk de aynı kesime çatarken, bir yandan da özeleştiri yapmaları gerektiğini ifade ediyordu. Ona göre “Işid’e destek verdikleri” algısını kıramamaları biraz da kendi hataları. Sözü -maalesef- kendisine bırakalım:“Öfkem onlarla mücadele etmeyi hala başaramayan, gerektiği cevabı veremeyen bize. BBC kadar güçlü bir TRT olmadığı için kızıyorum, Financial Times’dan güçlü gazetemiz olmadığı için kızıyorum, CNN’den daha güçlü özel televizyonlarımız olmadığı için kızıyorum, Reuters’ten, AFP’den daha güçlü ajanslarımız olmadığı için kızıyorum, Twitter’den Facebook’dan daha etkili sosyal ağımız olmadığı için kızıyorum kendimize.”Bu satırları yazan Kemal Öztürk bir süre öncesine kadar Anadolu Ajansı’nın müdürüydü. Yani aslında sorduğu sordulardan biri -neden AFP, Reuters gibi güçlü haber ajansımızın olmadığı- özgeçmişindeki o bilgide kendisine cevap buluyor. Ama meselemiz bu değil. Biraz Noam Chomsky’den bahsedelim.
***
Erdoğan’ın konuşmasında kendine yer bulan entelektüellerden biri de Chomsky’ydi. Erdoğan, “Kendilerini Türkiye’ye davet ediyorum, ne oluyor kendilerine anlatmaya hazırız. ABD Büyükelçiliği, Chomsky’yi davet etsin, misafir edelim. Bölgeyi, bu akademisyen sıfatlı 5. kol elemanlarıyla değil, kendi gözleriyle görsün” ifadelerini kullanmıştı.
Yani, ikna edebileceğine inancı tam. Aslında inançları diyelim. Çünkü Erdoğan ve çevresinin önem verdiği düşünürler arasında Chomsky’nin yeri üst sıralardadır. Hatırlayanlar vardır, bu tutkuyla yola çıkan Yeni Şafak iki sene önce Chomsky ile konuşmuştu. Yani aslında biraz konuşmuş, daha çok uydurmuştu. Chomsky’nin ağzından hiçbir zaman çıkmayan “Türkiye ezenin değil ezilenin yanında durdu. Türkiye diktatörlükten, darbelerden, tek adamcılıktan çok çekmiş bir ülke. Zamanında benzer sebeplerden ötürü sayısız insanını kaybetmiş bir devletin bugün verdiği tepkiyi anlamak çok da zor değil…” gibi cümlelerin kendine yer bulduğu röportaj bir hayli olay olmuş, yalanları ortaya çıkan Yeni Şafak önce Chomsky’nin verdiği cevapları hatırlamadığını belirttikten sonra iyice köşeye sıkıştığını fark etmiş, özür dilemişti. Yani bu arkadaşlar, Chomsky’yi çok severler. Onun da Erdoğan’ı sevmesini isterler. Ne yazık ki bu gerçekleşmiyor. Yine gerçekleşmedi. Chomsky, Erdoğan’a şöyle bir cevap verdi.
***
20. yüzyılın ortalarından bugüne kadar entelektüel dürüstlük ve sorumluluk terimleri ile Chomsky isminin yan yana gelmesi tesadüfi değil. Hem bu konularda yazması hem bu konularda yazanların örnek olarak gösterdiği bir hayata sahip olması bunun nedeni. Türkiye de Chomsky’nin önem verdiği ülkelerden biri. Bu ilgisini ve tutkusunu paylaştığı isimlerden biri de eski dostu Howard Zinn. Hayatı boyunca “küçük insanlar”ın dertleriyle meşgul olan, tarihi kahramanlar ve savaşlar ekseninde değil insanlar ve halklar şeklinde okumaya çalışan Zinn de Türkiye ile ilgili bir akademisyendi. Chomsky, Zinn’in arkasından yazdığı şu özel yazıyı bir notla bitirmişti. O not, aynı zamanda, buralara dair:
“Howard’ın hayatının ve çalışmalarının özel yankı bulduğu bazı yerler vardır. Onlardan biri, çok daha yakından tanınması gereken, Türkiye’dir. Sanatçıların, gazetecilerin, akademisyenlerin ve entelektüellerin devletin işlediği suçları böylesine cesur ve kararlı bir şekilde kınayabildiği, bunun da ötesine geçerek baskıyı ve zulmü durdurmak için sivil itaatsizliğe katılabildiği, bazen neredeyse hiç bitmeyen bir baskı ile yüzleşmek zorunda olduğu ve bütün bunları yaparken çalışmalarını da ihmal etmediği başka ülke tanımıyorum. Bu onurlu, bildiğim kadarıyla benzeri olmayan bir duruş ve Türkiye bununla gurur duymalı. Bu durum başka ülkeler için de bir model olmalıdır, tıpkı Howard Zinn’in hayatının ve çalışmalarının tarihin nasıl anlaşılması ve onurlu bir hayatın nasıl yaşanabileceği konularında bıraktığı izler gibi.”
***
Bu sabah, yakın zamanda ilk kez karşılaştığım bu alıntıyı bir kez daha hatırladım. Galatasaray Üniversitesi’nde dönemin son finaline girdim, Kocaeli başta olmak üzere Türkiye’nin birçok noktasında bildiriye imza atan akademisyenler gözaltına alınırken sınav kağıdımı doldurdum. Aklıma birkaç senesi öncesi geldi. Birinci sınıftayken, gazetesinin Başbakanlık muhabiri olmakla övünen bir gazeteci dersimize konuk olmuş, mesleki sırlarını bu dünyanın parçası olmak isteyen genç dimağlarla paylaşmıştı navigate to these guys. Konu tutuklu gazetecilere geldiğinde ise iktidarın en sevdiği propaganda olan “Gazetecilikten tutuklanmadılar”ı tekrarlamış, aslında medyaya uygulanan baskıyı kendisinin de onaylamadığını ama diğer tarafta böyle bir durumun da olduğunu söylemişti. O zamanlar bu yalan modaydı ve sızabileceği her noktaya sızmaya çalışıyordu.
Sırada, daha karanlık günler var. Öztürk gibiler aslında tarihin doğru tarafında olduklarını ama ellerinde BBC, AFP, Reuters gibi bir yayın organı olmadığı için bunu dünyaya duyuramadıklarını yazmayı sürdürecek. Küçük gibiler ise “Dünyanın her yerinde bu böyle” söylemiyle birlikte alakasız örnekler sunmaya devam edecek. Muhtelemen üniversitelere bundan sonra gelen birçok konuğun yeni favori cümlesi “Akademisyenlikten tutuklanmadılar” olacak. Bütün bu gürültü arasında, Chomsky akıllara gelebilir. 1960’lardan bu yana ülkesinin El Salvador’dan Nikaragua’ya kadar birçok ülkede uyguladığı politikayı “terörizm” sözcüğüyle birlikte anmaktan hiçbir zaman çekinmeyen Chomsky, aynı şekilde bu görüşlerini dünyaya duyurmak için BBC, Reuters ya da AFP’ye ihtiyaç duymamıştı. Bu anlamda yazdıkları ve söyledikleri, her dönem bize rehber olabilir. Söylemedikleri ise Yeni Şafak’a rehber olmayı sürdürecektir.
Kısacası, tarihin doğru tarafını bu sabah sınav kağıdında gördüm. İmza attığım yoklama kağıdının üzerinde, bildiride imzası olan akademisyenlerden birinin adı yazılıydı. Siz de davetlisiniz. Bir imza, bir imzadır.